Olsun
- Ahlâk bozuldu, böyle giderse, Dünyanın altı üstüne gelecek! der birisi. Bektaşi: - Olsun, bakarsın altı üstünden daha iyidir.
Kayık küçük
Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden, Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık sallanmaya başlamış. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin telaşlandığını gören kayıkçı: “Ne korkuyorsun yolcu, korkma. Allah büyüktür!” diye Bektaşi’yi sakinleştirmek istemiş. Kayıkçının bu sözüne içerleyen Bektaşi şu yanıtı vermiş: “Allah büyüktür ama senin kayık küçük!”
Allah ne yapıyordur?
Bektaşi bir gün yolda giderken önüne atlı biri çıkmış. “Baba” demiş, “Bir sorun var, cevap verebilir misin bana? Öğrenmek istiyorum, Allah ne yapıyordur şu anda?” Bektaşi bu soruya çok kızmış ama hiç belli etmemiş. “Atından iner, ben binersem, cevap veririm soruna” demiş. Adam şaşırarak “Neden” diye sormuş. Bektaşi de “yüksekten cevap veririm” diye cevaplamış. Sonra adam inmiş atından, Bektaşi binmiş atına. Adam sorusunu tekrarlamış, “Allah ne yapıyordur söyle bakalım şimdi?” Bektaşi atın üzerinde başlamış gülmeye: “Allah ne yapacak şimdi” demiş, “Atını bir aptaldan alıyor, akıllı olanına veriyor.”
Can geldi
BektaŞİ oruç tutmuş ama saatler geçtikçe susamış. Kırlarda gezinip, su ararken birden kendinden geçmiş ve başlamış kana kana su içmeye. Biri Bektaşi’yi görünce hemen atılmış, bağırmış “Orucun gitti” diye. Bektaşi cevaplamış: “Oruç gitti ama can geldi.”
Ne demeliydi
Bir mecliste konuşmacının biri Halacı Mansuru çok över. Dinleyicilerden biri ; - Yahu Hiç ‘En-el Hak’ ben Allah’ın denir mi ? Toplantıda bulunan Bektaşî. - Dur hele efendi. En-el-batıl mi demeliydi. (Enel-batıl; doğru olmayan, haksiz, inançsız, gerçek dişi, bos)
Sadaka
BİR Bektaşi fukara, geçen kelli felli bir adama "Allah rızası için bir sadaka verir misin?" demiş.
Adam elini cebine atıp bir 50 kuruş verirken; "Biliyorum ki sen bu para ile meyhaneye gidip şarap içeceksin" demiş.
Bektaşi elindeki demir paraya bakarak mırıldenmış; "Bu para ile Kabe'ye de gidilmez ki..."
Ananın karnında
Bektaşinin bir komşusu varmış. Bu adam o derece sevimsizmiş ki, Bektaşi bu adamdan hiç hoşlanmazmış.
Bu adam Bektaşiyi ne zaman görse nezleden şikayet edermiş.
- Öyle bir soğuk almışım ki, diye söze başlarmış.
Bektaşi, dayanamamış. Nihayet günün birinde:
- Be imanım, bana kalırsa sen asıl soğuğu ananın karnında almışsın.
Diyerek, sevimsiz komşusunun soğukluğunu yüzüne vurmak suretiyle yakasını onun elinden kurtarmış
Doğru söz!
Bektaşi içiyormuş. Kendisine, “Sarhoş olmaktan korkmuyor musun” diye sormuşlar. O da, “Hayır, benim sarhoşluğumdan kimseye bir zarar dokunmaz ki. Siz asıl içmeden sarhoş olanlardan çekinin” diye cevaplamış. Karşısındakiler merakla, “Kim onlar?” diye atılmışlar. Bektaşi cevaplamış: “Bunlar bir takım sonradan görmelerdir ki, ellerine dünya malı geçtiği için ne oldum delisi olurlar.”
Artık tam biter
O yıl Ramazan köyün yeni imamının yanlışı yüzünden yirmi dokuz çekmiş. Ertesi yıl ise yanlışlık artmış, Ramazan yirmi sekiz güne düşmüş. Bektaşi bu duruma çok sevinmiş, koşarak imamın yanına gitmiş, “Allah uzun ömürler versin sana, yirmi yedi yıl daha sağlıklı kal işallah” demiş. İmam şaşırarak, “Neden bu iltifat” diye sormuş. Bektaşi cevaplamış: “Ramazan azaldı seninle, bu gidişle yirmi yedi yıl içinde biter.”
Yarın yaparım
Meşhur Kuyucu Murat Paşanın türbedarı gayet keyfin düşkün bir Bektaşi imiş. Zevk aldığı keyif verici şeylerin vaktini bir dakika bile geçirmezmiş.
Bir bayram arifesinde, akşama doğru Bektaşi türbedar keyif verici içeceklerini hazırlamış. Rakısını, esrarlı sigarasını ve macun hokkasını önündeki sofraya sıralamış. Tam sofraya oturacağı zaman içeriye saray adamlarından biri girmiş:
- Aman! Şevketli efendimiz türbeyi ziyarete geliyor, demiş.
Bunu duyan Bektaşi canı fena halde sıkılarak yerinden kalkmış, hazırladığı şeyleri bir tarafa kaldırarak el pençe divan durup Padişahı beklemeye başlamış.
Biraz sonra, muhteşem bir alayla Sultan Mahmut gelmiş, türbeye girmiş. Adet olduğu şekilde üç İhlas bir Fatiha okunduktan sonra Padişah oraya buraya göz gezdirmeye başlamış. Türbedara dönerek :
- Her tarafı bakımsız buluyorum.
Dedikten sonra, emirler vermeye başlamış:
- Şu perdelerin tozunu al.
Türbedar derhal bir merdivene tırmanmış, perdelerin tozlarını almış.
- Şuralarda da örümcekler var.
Türbedar derhal tavan süpürgesine sarılmış, örümcekleri de almış.
- Mübarek zatın sandukası üzerindeki örtüler pek de karmakarışık. Şunları da düzelt.
Türbedar derhal sanduka üzerindeki örtüleri indirmiş. Yeniden sermiş.
- Bu muhterem vezirin kavuğu da berbat bir halde. Çabuk, sarığı çöz de yeniden sar.
Alışkın olduğu keyif saatini geçirmiş. Fena halde sersemlemiş olan Bektaşi türbedarın, artık sabrı tükenmiş ve demiş ki:
- A benim şevketli Hünkarım! Bu herif de yarın bayram selamlığına yetişecek değil ya onu da yarın yaparım
Bekliyorum
Canlardan birine, Ramazan’da sormuşlar:
- Erenler kaç tane oruç tuttun?
- Henüz nasip olmadı. Tuzak kurdum bekliyorum...
Zor ve kolay olanı
Bektaşi’ye sormuşlar: - Dünyanın en zor ve en kolay şeyleri nedir? Bektaşi söyle demiş: -En kolayı, nasihat vermek, en zoru kendini bilmektir.
İtibar
Softanın biri Bektaşi’nin önüne geçmiş: “Ey erenler iyisin, hoşsun, ilim, irfan sahibisin bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman” demiş. Bektaşi gülümseyerek: “Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem” diye yanıtlamış.
Hak için olsun
Bektaşi meyhanede bir masaya oturmuş gel babam, git babam, demini de almış, birazda efkarlanmış, gece geç saatlerde, bu güne kadar hiç görmediği, bir şey; bir dansöz çıkmış ortaya kirmen gibi dönmeye başlamış. Yıllarca dergahta sadece semahçıları, dönerken gören Bektaşi dervişi, kendini hava kaptırmış;
- Gösteriş için değil, Hak için olsun bacım, hak için olsun.. diye ünlemiş.
Allah’ın merhameti
Bektaşi’ye bir gün sormuşlar: “Niçin hiç oruç tutmuyorsun?” Bektaşi, “Tutmayı istiyorum ama vücudum dermansız kalıyor, dayanamıyorum” demiş. Tekrar sormuşlar: “Peki, iftara çağırsalar yorgun olsan da gider misin?” Bektaşi gülerek: “Düşünmem, ne yapar ne eder giderim” diye cevaplayınca soranlar şaşırmış. Neden Allah emri yerine kul davetine gittiğini çözememişler. “Şaşırmayın!” demiş Bektaşi: “Allah’ın merhameti vardır. Oysa insanlar çok gaddardır, gitmezsem çok kızarlar.”
Aldatmak
Meyhanelerden çıkmazmış hiç. İçkisini içer, geç vakitte naralar atarak evinin yolunu tutarmış. Ne çocuğuna, ne eşine, ne anasına babasına ve ne de çevresine hayrı dokunmuşmuş. “Ayyaş Hamdi” böyle bir yaşamın sonunda rahmetli olmuş. Cenaze namazı kılındıktan sonra imam sormuş: “Merhumu nasıl bilirsiniz?” İyi insandı... Kimseye kötülüğü olmadı... Toprağı bol olsun... Benzer cevapları duyan Bektaşi sabredememiş ve yanındakinin kulağına fısıldamış: “Bizi neyse de, Allah’ı da aldatmaya yelteniyorlar.”
Yükle bana
Mahşer günü herkes günahlarını sırtlamış, hesap vermeye gidiyormuş. Bektaşi'nin günahı o kadar çokmuş hiç öyle sırtlamakla cırtlamakla götürülecek gibi değil. Hepsini bir arabaya yüklemişler, üstünde Bektaşi"yi atmışlar. - Git Allah"in belası, git de günahlarının cezasını çek demişler. Bektaşi türkü söyleyerek giderken yolda yaslı bir nine görmüş. Nineni günahı bir keseden az ama, zavallıcık kendini götüremiyor ki günahlarını taşısın. Bektaşi seslenmiş: - Nine, nine". At o torbayı benimkilerin üstüne. Ben nasıl olsa arabayla gidiyorum.
Kabahat tarlayı gösterende
Köylü yağmur duasına çıkıyormuş, Bektaşi’ye “sen de gel” demişler. Baba Erenler kalabalığa katılmış, yolda küçük tarlasının yanından geçerken elindeki sopayı tarlaya dikmiş, göğe bakarak: “Bizimki de” demiş, “Burası!..” Duadan sonra bir yağmur bir yağmur, ortalığı seller basmış, Bektaşi’nin tarlasında ne varsa sular almış götürmüş. Bu manzarayı gören Bektaşi, ellerini yukarı kaldırmış: “Kabahat sende değil, bu tarlayı sana gösterende..”
Her şey Allah’tan
Bektaşi’nin biri her gün kasabada “Her şey Allah’tan, Her şey Allah’tan” diye mırıldanarak dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri yine böyle mırıldanarak dolaşmakta olan Bektaşi’ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış. Canı fena halde yanan Bektaşi’nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce: “Öyle ne bakıyorsun baba erenler demiş, hani her şey Allah’tandı!” Bektaşi, “Tabii” demiş, “Her şey Allah’tan da ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.”
Başka işimiz yokta
Uzun süre yolda olan Bektaşi'nin mintanı kirlenmiş. Görenler ayıplamışlar. - Erenler gömleğin çok kirli yıkasana!. Bektaşi nasıl olsa yine kirlenecek değil mi?. - Sende yine yıkarsın. -Yine kirlenir. Yine yıkarsın..... Bektaşi dayanmamış. - Îmanım başka isimiz yokta, biz bu dünyaya gömlek yıkamaya mi geldik.
Zor gelir
Bektaşi"ye : - Koskoca ramazan geçti gidiyor, sen hala oruç tutmadın! Bu nasıl istir? diye sormuşlar. Bektaşi: - Îmanım, demiş ramazan gider yine gelir. Bu can giderse bir daha zor gelir
Kazlar uydurmuştur
Bektaşi bir arkadaşı ile kazına bahse girmiş. Sonunda da bahsi kazanmış. Aradan uzun süre geçmiş ancak arkadaşı borcunu ödememiş. Bektaşi bu duruma çok kızarak, “Nerede benim kazım?” diye hiddetlenmiş. Arkadaşı kazların en yağsız mevsimi olduğunu, yağlanmaları için biraz beklemesi gerektiğini anlatmış. Bunun üzerine Bektaşi atılmış: “Kazlar uydurmuştur, inanma!”
Küp
Alevi/Bektaşîlikte her şey usulü erkânı ile yapılır, içki içmekte. Bektaşi bir gün meyhaneye girmiş, bağıran çağıran, döküp deviren, Bektaşi’nin selamını alanı bırak, geldiğini bile duyup gören yok. Bektaşi kapının arkasında duran yıllanmış şarap küpüne dönüp yüksek sesle;
- Selamın aleyküm KÜP, demiş.. Bir anda meyhanede ses solup kesilmiş, herkes Bektaşi’ye bakıyor. Biri sormuş;
- Erenler n’oldu kafayı mı oynatın, burada insanlar varken dönüp küpe selam veriyorsun. Bektaşi;
- Bakın, şu küp yılladır içer, yinede edebiyle oturup, gelen gideni de selamsız bırakmaz, siz iki bardak atınca, kendinizi de unutuyorsunuz, selamı sabahı da.
Sırat köprüsü
Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana dolana, sağa sola yalpalayarak giden Bektaşi’yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış: “Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü nasıl geçersin?” Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap vermiş: “Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım var da!”
Gözüm seçmiyor
Bektaşi'ye sormuşlar. - Niye namaz kılmıyorsun? Kuranı açıp göstermiş. -Burada ‘namaz kılmayın’ diyor. -İyi ama, üstünde abdestiniz bozulmuşsa namaz kılmayın diye yazıyor. Bektaşi basını sallamış. - Valla, benim gözüm orasını seçmiyor.
Bektaşiye sormuşlar
- Rakı içer misin?
- Akşamdaaaaaaan akşaaaaaaama...
- Namaz kılar mısın?
- Her Bayram her bayram...
Olmayan şey
Yolu camiye düşen Bektaşi namazdan sonra: “Ey ulu Tanrım, bana bol bol şarap ver” diye dua etmiş. Yanında namazı bitiren kişi de ellerini kaldırmış: “Rabbim bana iman ver” diye dua etmiş. İki duayı da işiten hoca Bektaşi’ye dönmüş: “Bak herkes iman istiyor Tanrı’dan sen de şarap istiyorsun. Utanmıyor musun?” diye çıkışmış. Bunun üzerine Bektaşi hocaya dönüp: “Ne yapalım hoca efendi herkes kendisinde olmayanı ister” demiş.
Bektaşi'ye sormuşlar
Gelse bir dilber-i ahu, olsa yevm-i ramazan (Güzel bir hatun gelse ve ramazan günü olsa) Dilber-i ahu mu efdal, yoksa yevm-i ramazan? (Güzel hatunu mu seçersin yoksa ramazanı mı?)
Hazret pek fazla düşünmeden cevaplamış: Ye, iç, eğlen; sür sefasın dilberin; Zira kazası var ramazanın, kazası yok dilberin...
Camiye sokmadık
1970 yılların başında solcu öğrenci gerillalar, dağda aç kalınca, Alevi köylüden, yemek istemişler, köylü PİR evini göstermiş. Dede tanrı misafiri deyip bunların karnını doyurmuş, sonra muhabbete dalmışlar.. Solcu öğrenciler, siyasi konulardan sömürüden, adaletsizlikten vs. konuşmuşlar, aklına yatan Dede haklısınız çocuklar haklısınız demiş. Öğrenciler evirip çevirip konuyu, dedelerinde hakkulah yiyip halkı sömürdüklerini, onları dinle uyuduklarını, halk için hiç bir şey yapmadıklarını söylemişler.. Dede biraz düşünmüş: - O kadarda değil, hiç bir şey yapmadıysak, en azından bu halkı bin yıldır camiye sokmadık.. demiş..
Ancak bu kadar olur
Bektaşi"ye sormuşlar. - Niye bu dünya düz değil de, böyle dağlık tepelik, inişli çıkışlı? - İmanım diye cevap vermiş Bektaşi; 6 günde yaratılan dünya ancak bu kadar olur. (Kuran İncil gibi dini kitaplarda, tanrının dünyayı 6 günde yaratığı yazılıdır.)
Ok eğitimi
Asilzade avcının biri bir gün ok atışı çalışıyormuş. Ama attığı tüm oklar hedefin çok ötesinden geçiyormuş. Bektaşi bunu görünce oturmuş hedefin önüne. Asilzade kızarak: “Tehlikelidir, orda durma!” demiş. “Biliyorum” demiş Bektaşi, “Ama bulamam ki bundan daha emin yeri.”
Bakkal borcu
Adamın biri bir topluluk önünde Bektaşi’yi küçük düşürmek istemiş. “Hiç borcun var mı?” diye sormuş. Bektaşi, “Bakkala var” diye cevaplayınca adam, “Onu sormadım” diyip sürdürmüş: “Namaz borcunu soruyorum...” Bektaşi biraz da sinirlenerek cevaplamış: “Sen yanlız bakkal borcunu sor, tanrı sorar namaz borcunu.”
Ya büyütür ya da küçültür
Bektaşi dervişlerinden birine: Erenler! Cenabı Hak her şeye kadirdir, dersiniz; bir dikiş iğnesinin gözünden bir deveyi geçirebilir mi, demişler. Bektaşi: Vızır, vızır, der. Nasıl, diye sorulunca, Ya dikiş iğnesinin gözünü büyütür, ya deveyi küçültür, geçirir, demiş.
Sende mi çocuklara uydun
Mahallenin yaramaz çocukları, gezgin Bektaşi dervişiyle alay edip onu taslamaya başlamışlar. Bektaşi yaramaz çocukların taslarından kaçıp kasabanın dışına kendini zor atmış. Tam bu arada ceviz gibi büyük büyük bir dolu yağmaya başlamış. Bektaşi başını yukarı kaldırmış, Hey Allah"im sende mi çocuklara uydun, demiş.
Kaçan oruç
Ramazan Bayramı'nda cemaat toplanmış sohbet ederlermiş. Biri; "Kısmet oldu, bu yıl otuz gün oruç tuttum" demiş.
Diğerleri de otuz gün oruç tuttuklarını sıra ile söylerken, sonlarda oturan biri; "Ben maalesef bir günü kaçırdım" dediğinde, yanında oturan baba erenler "İşte bu kardeşin kaçırdığını ben tuttum" demiş.
Azrail gönderdin
Bektaşi yolsuzluktan bıkmış, ellerini açıp dua etmiş: “Allah’ım, şu canımı al da kurtar beni bu sefil dünyadan.” O sırada yanından geçtiği binanın duvarları yıkılmış. Bektaşi canını zor kurtarmış, ellerini havaya kaldırmış: “Allah’ım kırk yıldan beri ’bana biraz dünyalık ver’diye sana dua ettim, beni dinlemedin. Şimdi hemen Azrail gönderdin...”
Orasını Allah bilir
Şarap yapmak yasaklanmış sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyormuş. Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurmuş. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşi’nin küplerin başına geldiğinde, hiddetle sormuş: “Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?” Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap vermiş: “Dolduruyorum ki, orada sirke olsun.” Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sormuş: “Sirke dersin ama, ya şarap olursa!” Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi cevaplamış: “Orasını Allah bilir!”
Balıklara ziyafet
Bir Bektaşi, yelken gemisine binip giderken birden bire fırtına zuhur etmekle gemi dalıp çıkmaya, Bektaşi de fena halde korkmaya başlar. Yolculardan biri yanına sokulup “Dedem, korkma, Allah kerimdir” deyince Bektaşi, “Ben de onun için korkuyorum ya, kemal-i kereminden balıklara ziyafet verebilir” demiş
Olmaz olur mu?
Bir gün Bektaşi’ye sormuşlar, “Söyle Allah var mı?” diye. Bektaşi cevaplamış: “Olmaz olur mu? Yetmiş yıldır tanışıyoruz biz. İyi tanırım onu. Tek benimle uğraşıyor ama hep o kazanıyor.”
İki kez
BAYRAMIN yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri: Keşke ramazan senede iki kez gelse.
Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir; Öyleyse ramazan gider gitmez neden bayram edersiniz, insan sevdiği gidince bayram mı eder hiç?
Camide vaaz
Bektaşi’nin yolu camiye düşmüş. Cami imamı o günkü vaazında içkinin kötülüklerinden bahsetmekteymiş. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek vermiş: “Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer?” diye sormuş. Bektaşi elini kaldırarak cami imamının sorusunu, “Hocam suyu içer” diye yanıtlamış. İmam: “Tabii ki suyu içer, peki neden suyu içer?” diye sorunca, Bektaşi cevaplar: “Neden olacak hocam, eşekliğinden!”
Dediklerimin aksini yapıyordu
Adamın biri hasta yatmakta olan çocuğuna okuyup dua etmesi için bir Bektaşi babasını çağırmış. Bektaşi gelip çocuğun başında okuyup üfleyerek elini sürüp “İnşallah bu çocuk ölür” demiş.
Buna canı sıkılan ev sahibi ses çıkarmadan Bektaşiyi yolcu etmiş. Aradan birkaç gün geçince hasta çocuk iyileşip ayağa kalkmış ve bir gün Bektaşi’ye rastlayan adam: Baba erenler, geçen günler seni götürüp hastamıza dua etmeni istemiştik. Siz aksine beddua ettiniz. Fakat Allaha çok şükür çocuk iyileşti. Senin kötülüğün yanına kaldı, diye kahırlanan adama Bektaşi fütursuzca: “Oğlum, o sıra benim Allah ile aram yoktu. Dediklerimin hep aksini yapıyordu. Ben öyle istedim ki çocuğa sıhhat versin” demiş.
Sen ne işe yaradın
Hoca ile Bektaşi içki içerken yakalanmışlar ve Kadı’nın huzuruna çıkarılmışlar. “Şeytana uyduk kadı efendi” diye af dileyen hocayı, kadı affetmemiş ve idam cezası vermiş. Sıra Bektaşi’ye geldiğinde savunmasını yapmış: “Kadı Efendi ben gayri-Müslimim, bana oruç farz değildir.” Kadı Bektaşi’yi serbest bırakmış. Bektaşi Kadı’nın huzurundan ayrılırken sormuş: “Kadı efendi, ben de şehadet getirip Müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?” Kadı efendi düşünmüş, bir kişiyi Müslüman yapmanın sevabını hesap etmiş ve Bektaşi’nin teklifini kabul ederek, hocayı affetmiş. Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hoca Bektaşi’ye kızgınlıkla sormuş: “Sen ne biçim adamsın be, bir Hıristiyan bir Müslüman oluyorsun! Sende hiç iman yok mu?” Bektaşi gülerek cevaplamış: “Gavur oldum kendimi, Müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın?”
Hangisi sarı, hangisi kırmızı
Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş!.. Hem çok yermiş, hem tembelmiş!.. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi: - Ey Allahım, demiş, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım.. Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün, kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capacanlı... Dışardan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş: - Ulan, demiş, bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı?.. Çocuk göstermiş: - Bu sarı, bu kırmızı!.. Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş: - İmanım, demiş, bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?..
Şimdi yalnız kaldım
Bektaşi dalıp gitmişti. Güzel ve sakin bir havada Tanrıyla başbaşaydı. Belli ki Tanrı ile halleşiyordu. Onun dalgınlığını izleyen, yakınındaki masada oturan merakla sordu: -Dalmış gitmişsin, kimin kimsen yok mu, yalnızmısın? Daldığı alemden ayrılmak zorunda kalan Bektaşi: -Asıl şimdi yalnız kaldım dedi.
Çıplakları giydirseydin
Bektaşi’nin biri bir köyden geçer. Birçok çıplak sefil insanlarla birçok temiz tüylü koyun görür.- Ey Allahım, koyunların yerine şu çıplakları giydirseydin, der.
Birde senin kuluna bak
Bektaşi Baba İstanbul'da gezinirken, Padişahın Sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu. -Faytona binen padişahmıdır? -Hayır padişahın bir kuludur. Cevabını aldı.
Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak: -Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi.
Çakmak çakıp durma
Bir yağmur, dolu, sel, Bektaşi’nin bostan tarlasında ne varsa hepsini silip süpürüp alıp götürmüş, daha da hava gürleyip şimşekler çakıyormuş, Bektaşi tarlada saklandığı kulübeden çıkmış gökyüzüne dönüp: - Daha ne çakmak çakıp duruyorsun, geriye hiç bir şey bırakmadın işte.. demiş.
Allah’ın Kelamı
Bir mecliste Kuran’ı Kerim'den söz açılıp, sohbet koyulaşmıştır. Kuran'ı Kerim’in eşsizliğinden ve olağanüstülüğünden bahsedilirken, odanın bir köşesinde kendi halinde çubuğunu içmekte olan bir Bektaşi söze karışır: -Evet, Allah’ın kelamı cidden eşsizdir. Amma, yazısı biraz karışıktır!... der. Dinleyenlerden biri hayret ve biraz da hiddetle sorar: -Karışık mıdır? nerden biliyorsun? Bektaşi sakin bir tavırla cevap verir: -Alnımın yazısından. der.
İçen benim, sen mi sarhoş oldun?
Bektaşi’nin birisi, bir su kenarına kurulmuş, yavaş yavaş demleniyormuş. Bu sırada sert bir fırtına çıkarak her şeyi altüst etmiş. Şişe devrilmiş, kebap ocağı sönmüş, her taraf toz duman içinde kalmış. Bektaşi gözünü göğe dikerek, “hey Allahım, içen benim, sen mi sarhoş oldun” demiş.
Cıvıttın ha
Bir sofu Bektaşiyi yemege çağırmış, yemekten sonrada Namaz kılmaya davet etmiş. Bektaşi hiçte istekli olmasda yediği yemekten dolayı ev sahibini kırmak istememiş, bir an önce bitirmek için hemen namazgahın başına yürümüş. Bunu gören evsahibi: - Erenler önce abdest alacaksın demiş. Bektaşi dayanamamış,: - Sende iyice cıvıtın ha.... demiş..
Ulemanın gözü
-Hocayım diye köye gelmişti. Zamanın bilgini olarak geçinirdi. Bir gün şunları söyledi: - Ey ümmeti Müslim'in! Cenabil Rabbil Alemin, Ahalinin rızkını üçe ayırmıştır. Bu rızkın birini dilleri ile, ikincisini elleri ile ulâmalar almıştır. Üçüncü hisse de sair halka bırakılmıştır. Deyince Bektaşi de: - O hissede de ULAMANIN gözü kalmıştır, dedi. (Ulâma; seçkin, zengin, üst-sınıf, devletin ileri gelenleri)
Gömleğim kurumasın diye
Yılın birinde çok kuraklık olur. Köylüler bu yıl açlıktan kırılırız diye yakınırlar. Oradan geçen Bektaşi dervişini görünce, yağmur yağdırması için yardım isterler. Köylülerin üzüntüsünü gören Bektaşi, bir tas su ister ve gelen su ile gömleğini ıslayıp bir tasın üstüne serer. Az sonra kara bulutlar çöker şarıl şarıl yağmur yağmaya baslar. Bunu gören köylüler: - Sen Evliyalar Evliyasısın! deyip, ayağına kapanırlar. Bektaşi: - Bu isin Evliyalığımla bir ilgisi yok, bu günlerde yukarıda ki ile aram biraz açık, gömleğim kurumasın diye yağdırıyor yağmuru. Der.
Bitsin bu dava
Gelecek konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi olan komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark eden Yahudi; "Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben Yahudi’yim. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim!... Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız...” düşüncesi ile şikayetçi olmamış.
Gel zaman git zaman her ikisi de rahmetli olmuş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş. Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar:
-Sen Yahudi komşundan habersiz keçisini kesmişsin!
-Kesmedim, demiş Bektaşi.
-Ben gözlerimle gördüm demiş, Yahudi.
Bektaşi “Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.” Diye itiraz etmiş.
-Haklısın ama, günahların arasında keçiyi kestiğinde yazılı, demişler.
Bektaşi bu kez, “Mahkeme hakimi aynı zamanda şahitlik yapamaz.” Diye itiraz etmiş.
-Gene haklısın; o zaman getirin keçiyi ona soralım... demişler.
Bektaşi son bir çaba ile çözüm yolu önermiş:
-Ne!... Keçi burada mı?..... Verin keçiyi o zaman bu Yahudi'ye...Bitsin bu dava!
Gömleğim kurumasın diye
Yılın birinde çok kuraklık olur. Köylüler bu yıl açlıktan kırılırız diye yakınırlar. Oradan geçen Bektaşi dervişini görünce, yağmur yağdırması için yardım isterler. Köylülerin üzüntüsünü gören Bektaşi, bir tas su ister ve gelen su ile gömleğini ıslayıp bir tasın üstüne serer. Az sonra kara bulutlar çöker şarıl şarıl yağmur yağmaya baslar. Bunu gören köylüler: - Sen Evliyalar Evliyasısın! deyip, ayağına kapanırlar. Bektaşi: - Bu isin Evliyalığımla bir ilgisi yok, bu günlerde yukarıda ki ile aram biraz açık, gömleğim kurumasın diye yağdırıyor yağmuru. Der.
Bir gün fazla
Adama sormuşlar :
-Kaç gün oruç tuttun?
-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim! Demiş.
Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :
-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!
Ondan Al Buna Ver
Bektaşi fukarasından biri parasız ve aç olduğu halde bir fırının önünde duruyor, orada zuhurat bekliyormuş. Ekmek alanların biri merkuma bir okka ekmek bedeli olmak üzere bir kuruş vermekle baba eyvallahı bastırdıktan sonra fırına girip yirmi paralık ekmek almış ve kuruşu tezgahtara vermiş. Tezgahtar yirmi parayı iade etmediğinden baba,
“Hani ya evlat, bizim kuruşun artanı, demiş ise de tezgahtar:
Verdim ya, daha ne istiyorsun, cevabını vermekle verdin, vermedin münâzaası başlamış. Nihayet Bektaşi fırıncıdan paranın üst tarafını alamayacağını anlayarak ve,
Haram olsun deyip geçmiş, karşıdaki bakkal dükkanına girerek,
Bakkal, şuradan yirmi paralık pastırma ver, demiş. Bakkal bir kağıda sarıp verdiği pastırmayı alınca yürümeye başlamakla bakkal bağırarak,
“Hani ya baba yirmilik” dedikte Bektaşi,
“Verdim ya ayol, ne istiyorsun” cevabını vererek yoluna devam etmiş. Biraz gittikten sonra kendi kendine düşünerek:
"Yarabbi! Sen de biliyorsun ki fırıncı benim yirmiliği yuttu. Ben de bakkalın yirmiliğini yuttum. Sen kadirsin, fırıncıdan al, bakkala ver. Günahı bana olmasın" demiş.
Peşin namaz
Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya.......
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam... Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş :
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onlarıda kıldım! Demiş hoca.
Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza...
Ama ne namaz, bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış :
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım! Diye cevaplamış Bektaşi.
Hoca şaşırmış:
-Yahu olur mu böyle şey?
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
Altı üstünden iyidir
Adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek:
-Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek.....diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi dayanamayıp cevap vermiş:
-Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.
Gücün yetiyorsa şunu kırsana
Bektaşi’nin biri, bir kır alemi yapmak istemiş.Doğruca bakkala gitmiş. Ceplerini aramış. Kuruşun birini rakıya vermiş. Öteki kuruşla da ekme, peynir, biraz da pastırma almış. Bir su kenarında oturarak mendilini önüne açmış. Rakı şişesini ve yiyeceklerini önüne sıralamış. Ufak ufak demlenmeye başlamış. Bir aralık o kadar derin bir düşünceye dalmış ki yavaş yavaş yanına sokulan bir köpeğin farkında olamamış. Kurnaz köpek, Bektaşi’nin bu gafletinden istifade ederek usulcacık başını uzatmış. İçinde peynir ile pastırma olan ekmeği kapınca kaçmaya başlamış. Bektaşi kendine gelmiş. Köpeğin arkasından koşmak istemiş. Fakat önündeki rakı şişesinden teselli bularak, “Canım, sade rakı da kafi… Zaten bu dünyada dört başı mamur bir zevke imkan yoktur. Ekmek köpeğin kısmeti imiş. Ben de rakıyı mezesiz olarak hoş görürüm” demiş ve çekiştirmeye devam etmiş. Fakat birdenbire hava kararmış müthiş bir kasırga çıkarak dolu yağmaya başlamış. Bu esnada iri bir dolu tanesi gayet ince olan şişeyi bir anda parçalamış. Böylece rakıdan da mahrum olan Bektaşi’de zerre kadar neşeden eser kalmamış. Bu münasebetsiz doluya fena halde hiddetlenen Bektaşi hemen yerinden fırlamış. Talihin bu aksiliğine söylene söylene şehre dönmeye mecbur kalmış. Yolda bir eskiciye rast gelmiş. Bu adam siper bir yere oturmuş, eski bir ayakkabı tamir edermiş. Bektaşi’nin gözü eskicinin önündeki demir muştaya ilişmiş. Bektaşi hemen muştayı kapmış, semaya doğru kaldırmış. Güya karşısında bir muhatabı varmış da, muştayı ona gösteriyormuş gibi tuttuktan sonra “Benim incecik rakı şişemi kırmak marifet değil. Gücün yetiyorsa şunu kırsana” diye bağırmış. Ondan sonra eskiciye dönerek, “Gördün mü,yaptığı haksızlığın altında kalmadım. Söyleyeceğimi söyledim. Çok şükür, içim biraz ferahladı” demiş.
Keramet alçak gönüllülükte
Sofunun birisi Bektaşi’yi denemek ister.
-Baba Erenler, sizler için kerametli diyorlar. İsterse Ağacı bile ayağının yanına getirir diyorlar. Bize de gösterinde bizde görelim, der.
Baba Erenler, kendisi ile alay edilmek istendiğini fark ederek, Sofuya bir ders vermek gerektiği düşünür ve ağacı çağırmaya karar verir:
-Ağaç gel der, fakat ağaçta hareket yok.
-Ağaç gel der, fakat yine gelmez.
-Ağaç gel der, üçüncü çağırışında da ağaçta hareket yoktur. Bunun üzerine, Bektaşi ağacın yanına gider ve derki:
-Eğer ağaç bize gelmezse biz ağaca gideriz.
Yanlışlıkla ağzına girmiş
Sofulardan bir zevzek, Bektaşi ile güya alay etmek için ona her rastlayışında rüyalar uydurur söyler ve bu rüyaların konularını da , mutlaka Bektaşi babalarını küçültecek uydurma vakalara ayırırmış.
Bir sabah Bektaşi işine giderken bu zevzek herif yine kendisini karşılamış:
- Aman dostum, bu gece öyle bir rüya gördüm ki bayılacaksın.
Diye söze başlamış ve rüyasında, bir Bektaşi babasının kendisinin ağzına tükürdüğünü anlatmış.
Bektaşi, rüyayı büyük bir dikkatle dinlemiş.
- Hakikaten, rüya çok mühim... Her halde bizim baba senin suratına tükürecekmiş. Fakat bu tükürük, yanlışlıkla ağzına girmiş.
Buyurun cenaze namazına
İçkinin şiddetle yasaklanmış olduğu bir zamanda, gizli meyhanelerden birinde demlenen Bektaşi, salına salına giderken, birdenbire tanıdık bir çehre ile karşılaşmış. Hemen samimi bir tavırla elini o çehre sahibinin omzuna koyarak, sormaya başlamış:
- İmanım! Seni iyice gözüm ısırıyor. Acaba nerede gördüm? Fener deki Çardaklı meyhanede mi?
- Hayır.
- Öyleyse, Tavukpazarındaki Küplüde.
- Hayır.
- Eh, o halde mutlaka Uzunodalarda.
- Hayır.
- Allah, Allah... bari söyle de meraktan kurtulayım.
- Her halde sen beni selamlık ettiğim zaman görmüş olacaksın.
Bektaşi, karşısındaki adamın Padişah olduğunu anlamış. Artık söyleyecek söz bulamamış. Hemen oraya sırt üstü yatarak:
- Ey ahali... ben kalıbı değiştiriyorum. Buyurun cenaze namazına. Diye bağırmış.
Su ile fazla oynama
Bir mecliste Bektaşi'yi namaza davet etmişler, bakmış herkes kalkıyor, O’ da kalkmak zorunda kalmış. Yanında ki sofu:
-Erenler sen abdest aldın mi? Diye sormuş.
Bektaşi: - İmanım hamurumuz topraktan yoğrulmuş, su ile fazla oynamaya gelmez, demiş.