İsyan!
Yazı yazayım diyorum fakat yazamıyorum. Yazma işini bütünüyle bırakayım diyorum fakat bırakamıyorum.
Korkunç bir çaresizlik hissediyorum.
Yazamıyorum çünkü her gün çocukların toprağa verildiği bir savaş ortamındayız.
Hal böyleyken ne yazayım, ne söyleyeyim?
Ülkenin onlarca sorunu var, çözüm bulmak için hiçbirini konuşamıyoruz.
Eğitim bütünüyle çökmüş, konuşamıyoruz. Hukuk bütünüyle askıya alınmış, Türkiye dünya hukuk devleti sıralamasında sondan bilmem kaçıncı olmuş, konuşamıyoruz.
Akademisyenler teker teker işten atılıyor üniversiteler neredeyse eğitim veremez hale gelmiş, konuşamıyoruz.
OHAL, Türkiye’yi kemiren, eriten bir aygıta dönüşmüş, konuşamıyoruz.
Yoksulluk almış başını gidiyor her gün bir şehirde bir vatandaş “Geçinemiyorum” diyerek kendini yakıyor, kimsenin umurunda değil.
İstanbul’da faturasını ödeyemediği için bir milyon ailenin elektriği, suyu doğalgazı kesilmiş, yoksullukla boğuşuyor, konuşamıyoruz.
Ülkede siyasetin beslediği kutuplaşma her geçen gün daha da artıyor bunu nasıl azaltacağımız üzerinde konuşamıyoruz.
Siyasetçilerin toplumu ayrıştırtması yetmiyormuş gibi iktidar şimdi de kurumları ayrıştırmaya çalışıyor.
Savaşa karşı çıkan, “Bu işler savaşla olmaz” diyen Türk Tabipler Birliği’nin başındaki ‘Türk’, yönetimini ele geçiremediği Türkiye Barolar Birliği’nin başındaki ‘Türkiye’ kelimelerini kaldırmaya çalışarak bölünmeyi kurumlar üzerinden kalıcı hale getirmeye çalışıyor.
Buna bile “Sen ne yapıyorsun arkadaş? Kurumları niye bölüyorsun. Böyle yaparsan yarın Alevilerin, solcuların, Atatürkçülerin, sağcıların, dindarların kurumları oluşacak. Toplumdaki bölünmeyi daha da kurumsal hale getirmekten ne çıkarın var?” sorusunu soramıyoruz.
Yüzbinlerce insan KHK’larla açlığa, yokluğa mahkum edilmiş; bu adaletsizliği, bu vicdansızlığı konuşamıyoruz.
Dünya Mars’a araba gönderiyor. Bilimde, sanatta, teknolojide almış başını gidiyor.
Bütün bu geri kalmışlığın ülkemizi dünyadan bütünüyle koparacağı ortada, buradaki ilgisizliği konuşamıyoruz.
Her gün ülkenin yetişmiş, iyi eğitim almış insanları oluk oluk ülkeyi terk ediyor. Korkunç bir beyin göçü var. “Yarınımız ne olacak?” deyip bu göçe bir çare aramıyoruz.
Üniversite bitiren gençler artık iş bulamıyorlar. İşsizlik almış başını gidiyor.
Bunun neden olacağı yıkımları konuşamıyoruz.
Yani Türkiye’nin gerçek hiçbir derdini, sorununu konuşamıyoruz, tartışamıyoruz.
Bırakın konuşmayı soru bile soramıyoruz.
Sorsak bile cevap verecek bir iktidar yok.
İktidar kendi bildiğini okuyor. Defalarca yanılmış, defalarca kandırılmış olmasına rağmen itirazları, uyarıları, eleştirileri görmezden gelmeyi marifet sanıyor.
Üstelik utanmadan kendi yaptıklarına vatanseverlik atfediyor, karşı çıkan, “Öyle olmaz yanlış yapıyorsun” diyene de vatan haini yaftası vuruyor.
“Ülkemiz nasıl daha iyi olur” konuşması, tartışması yapmayalım diye iktidar, bütün toplumu “Nasıl daha kötü olmayız” korkusuyla ve o korkunun sürüklediği savaş politikası ile teslim aldı.
“Aman bari var olanı koruyalım” psikolojisiyle teslim aldığı toplumu kötüye razı edip, ülkeyi yaptığı yanlışlarla bütünüyle yok olmaya sürüklüyor.
Kendi beka sorununu ülkenin beka sorunu haline getirdiler ve ne yazık ki toplumu da buna inandırdılar.
İslamcısı, ulusalcısı, iktidarı, muhalefeti… bütün bir ülke yoksul çocuklarının ölümü üzerinden kahramanlık narası atıyor.
Yoksul çocuklar birer birer toprağa düşerken bize de rahat evinden, sarayından, lüks arabasından, şatafatlı yemek sofralarından o çocuklara rahmet okumak kalıyor.
Şehitlik edebiyatı ile ölümü yücelten, gencecik çocukları toprağa verip ardından da “Şehitler ölmez” hamasetiyle her şeyin hallolduğunu sanan bir ülkeye dönüştük.
Hiçbir şeyden etkilenmeyen, hiçbir şeye üzülmeyen, her kötülüğü normalmiş, olabilirmiş gibi gören, bu berbat yaşamı kanıksayan, kötülükle yaşamayı içselleştiren tepkisiz zombilere dönüştük.
O çocuklar niye ölüyor? Nedir bu savaştan kazancımız? Nereyi ele geçirip hangi sorunumuzu çözeceğiz? Ne olursa tam olarak bir zafer kazanmış olacağız? İçeride barışı sağlayamamışken dışarıdan barışı nasıl getireceğiz?
Ülkemize gerçekten bir saldırı varsa toplumu, kurumları niye bölmeye çalışıyorsunuz?
Ülkemize büyük bir saldırı varsa eğitimi niye bütünüyle çökerttiniz? Ülkemiz tehdit altındaysa bir ülkenin temel direği sayılan hukuku niçin yıktınız?
Ülkemize dışarıdan gerçek bir tehdit varsa miting meydanlarında savaşı niçin seçim malzemesi yapıyorsunuz? Ülkemize bir saldırı varsa sırf iktidarınıza yarıyor diye ülkeyi kemiren, yok eden OHAL’i niye sürdürüyorsunuz? Böyle soruları soramıyoruz çünkü kendini devlet sanan bizi de itaat etmekten başka hiçbir görüşü, fikri, aklı olmayan teba gören bir iktidar var.
Ne yapacağımı bilmiyorum.
Siz söyleyin ne yapayım?
Her gün 3-5 çocuğun öldüğü bir ülkede hangi konuyu yazayım ki anlamlı bir iş yapmış olayım? Hangi sorunu yazayım da bir karşılığı olsun? Ya da hangi konuda bir çözüm önerisi sunayım da kıymet görsün?
Çocuklar ölürken ‘ABD şunu dedi’, ‘Rusya şunu yaptı’, ‘İsrail şu vahşiliği yaptı’, ‘İran da şöyle düşünüyor’ diye sayfalar dolusu analiz mi yazayım?
Çocuklar toprağa verilirken iktidarın dün ‘ak’ dediğine bugün nasıl büyük bir pişkinlikle ‘kara’ dediğini mi anlatayım?
Çocuklar ölürken muhalefet partilerinin kişisel hesaba dayalı iç çatışmalarını, tartışmalarını, beceriksizliklerini, çaresizliklerini mi yorumlayayım?
Ülkemiz bu haldeyken ÖSO’nun ‘terörist’ olup olmadığını mı tartışayım?
Yoksul ailelerin ocağına ateş düşerken başbakanın, bakanların attıkları kahkahalardaki o sefaleti, o vicdansızlığı mı yazayım?
Çocuklar ölürken gencecik çocuğun tabutunun üstüne elini koyup hamaset yapan, buradan oy devşirmeye çalışan cumhurbaşkanının bu vicdana, insanlığa sığmaz davranışını mı yorumlayayım?
Gencecik çocuklar toprağa verilirken işsizliği mi yazayım yoksa eğitimdeki sorunları mı?
Yaşatamadığımız, genç yaşında toprağa verdiğimiz biricik evlatlarımıza iyi eğitim veremiyoruz diye saçma bir tartışma mı açayım?
Susmak, içine kapanmak ile bütün riskleri göze alma pahasına işe yaramasa da doğru bildiğini söylemek, isyan etmek arasında sıkışıp kaldım.
Sorun konuşmanın riskli olması da değil. Esas mesele ülkenin gerçek sorunlarının kimsenin umurunda olmaması.
İnsanı bıktıran iktidarın baskıları değil, çoğunluğun bu kötülüğü, bu berbat yaşamı, bu ölümleri normalmiş, gerekliymiş, başka yol yokmuş gibi kanıksaması.
Susmayı, kenara çekilmeyi kendime yediremediğim için yazmaya, konuşmaya devam ediyorum.
Daha iyisini istemekten bunun için elimizden geleni yapmaktan başka yolumuzun olmadığını bildiğim için bu çabadan geri duramıyorum.
Çünkü burayı daha iyi, yaşanabilir bir ülke yapmak için mücadele etmekten başka seçeneğimiz yok.
Ama nasıl?
Bilmiyorum.
Tek bildiğim başarmak zorunda olduğumuz.
Levent Gültekin Diken.com.tr. 11/02/2018